Namaz Vakitleri
Görüntülenen Şehir:   Loading
Puan Durumu Loading
Gazeteler
  • Akşam Gazetesi
  • Bir Gün Gazetesi
  • Bugün Gazetesi
  • Cumhuriyet Gazetesi
  • Dünya Gazetesi
  • Fanatik Gazetesi
  • Fotomaç Gazetesi
  • Güneş Gazetesi
  • Haber Türk Gazetesi
  • Hürriyet Gazetesi
  • Millî Gazete
  • Milliyet Gazetesi
  • Posta Gazetesi
  • Radikal Gazetesi
  • Sabah Gazetesi
  • Sözcü Gazetesi
  • Star Gazetesi
  • Takvim Gazetesi
  • Taraf Gazetesi
  • Türkiye Gazetesi
  • Vatan Gazetesi
  • Yeni Akit Gazetesi
  • Yeni Asta Gazetesi
  • Yeni Şafak Gazetesi
  • Zaman Gazetesi

“DOĞANIN GÜLEÇ YAĞMURLARINI ÖZLERKEN…”

Bu haber 43 kere okunmuş. 23/11/2025

Gecenin sessizliğini bozan köpekler, yağmurun hızlanmasıyla havlamalarını azaltmış, sokakta bir yerlere sinmiş, oturuyorlardı.

Şimşeklerin çakması, adeta kulaklarımı yırtan gök gürültüsü beni tedirgin etmişti. Oldum olası korkardım bu gök gürültüsünden. Çocukken sıkıca gözlerimi kapatıp ya annemin koltuğunun altına ya da bir masa altına sokardım kafamı.

Gökyüzündeki canavarın kızdığı zaman, çıkardığı ses sanırdım. Gelip bizi yok edeceğini düşünürdüm hep. Oysa büyüyünce öyle canavarlar gördüm ki, hayalimdeki o canavarlar çok masum kaldı...

Çoğu boyası dökülmüş, çürük doğramalarına cam yerine naylon geçirilmiş pencereden, yağmur suları yine içeriye girmeyi başarmıştı. Kapının arkasındaki çuvalın içinde gündüz çöpten topladığım giysiler bulunuyordu.

Islanan yerleri, bu giysilerle koltuk değnekleri ve sol ayağımın yardımıyla silmiştim. Pervaz kenarlarına da elimle yırttığım penye bir bluzun parçalarını basmış, yatağıma zorlukla geri dönmüştüm.

Koltuk değneklerimi uyandığımda kolaylıkla uzanabileceğim biçimde koyup dışarıdan gelen yağmurun sesini dinlemeye başlamıştım. Evin önündeki çöp tenekesine düşen damlaların sesi, beni geçmişe alıp götürmüştü bile.

 

- Anne çok acıktım, yemek hazır mı?

- Hazır, hazır. Bil bakalım ne yaptım?

- Yoksa sütlü çorba mı yaptın?

- Evet, yine sütlü çorba. Bıkmadın be oğlum şunu yemekten...

 

Annemin, çoğunlukla kış aylarında bulgur ve sütten yaptığı sütlü çorba çok ünlüydü, ben bu çorbayı çok severdim.

Babam öldükten sonra annem, evin geçimini sırtına sarmıştı. Okumam için elinden geleni yapıyordu. Çoğu zaman mahallede tanıdığı evlere temizliğe gidiyor, toprak sahibi olanların tarlalarında çalışıyor, bazen de lokantalarda bulaşık yıkıyordu.

Okuldan geldiğimde kan ter içinde kalmış görürdüm onu hep; ama bir gün olsun yoruldum demezdi. Beni üzmemek için yüzü zorla da olsa gülerdi.

Aralıklı öksürüğü, yerini sürekli kuru öksürüğe bırakmıştı. Çok halsiz görünüyordu. Zeytin yeşili gözleri küçülmüştü, benziyse sapsarıydı.

-Doktora gidelim anne ne olur,

-Doktor ne yapacak oğlum? Üşüttüm sadece. Endişelenme sen, elbet bir gün geçecek.

- Ne zamandır öksürüyorsun, geçmedi işte anne. Üşütmeye hiç benzemiyor bu.

- Düşünme sen bunları şimdi. Sınavlara az kaldı. Derslerine iyi çalış, doktor ol. O zaman sen bakarsın bana, güzel oğlum benim.

Oysa mahalleden Müzeyyen teyze alıp götürmüş annemi hastaneye. Yatıp, iyi olması, bakılması gerekirken, ben üzülüp etkilenmeyeyim diye kabul etmemiş hastanede yatmayı. Sınavdan sonra tedavi görmek için hastaneye yatacağına da söz vermiş Müzeyyen Teyze’ye.

 

Sınav sonuçları açıklandıktan kısa bir süre sonra kaybetmiştim annemi. Dünyam yıkılmış, yapayalnız kalmıştım. Her ne kadar komşular ilgilenmeye çalışsa da toparlanamamıştım uzunca bir süre. Keşke bir kardeşim olsaydı diye çok geçirdim içimden. Tek avuntum ise annemin istediği bölümü kazanmak olmuştu.

Müzeyyen Teyze, annemin yakın arkadaşıydı,  o da eğitimime devam etmemi çok istemişti. Ancak beni üniversiteye göndermeye ekonomik gücü yetmemişti. İki çocuğuna zor yetiyordu zaten kadıncağız. Annemin zor günler için biriktirdiği para da çoktan bitmişti. Bırak okumayı, temel gereksinimlerim için çalışmam gerekiyordu.

Günlerce iş aradım. Sürekli bir iş bulamadım. Artık ne iş olursa olsun çalışmalıydım, yoksa açtım. Boya badana, inşaat işleri, garsonluk, bulaşıkçılık gibi günübirlik, geçici işler yaptım...

Lise arkadaşlarımın çoğu iyi okulları bitirmiş, iş yaşamına atılmışlardı. Onlara rastlamamak için her gün dua ediyordum, utanıyordum çünkü.

Annemin sağlığında bizden çıkmayan, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, ev sahibimiz Saliha abla, birkaç ay kirayı ödeyemeyince beni kapının önüne koyuvermişti. Ne diyebilirdim ki; ağzımı açıp söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu.

Evin yan tarafında boş araziye konulan eşyalardan, manevi değeri olan birkaç küçük eşya ile giysilerimi tek bir bavul yaparak yanıma almıştım. Kalanları da hurdacıya vermiş, oradan uzaklaşmıştım.

Arka sokakta emlakçı Hasan Abi’ye, başımı sokabileceğim, küçük, kirası uygun bir ev sormaya gittiğimde; kızı Selma da oradaydı. Durumumu utana sıkıla anlattığım sırada Selma’nın gözleri dolmuş, başını önüne eğmiş babasıyla konuşmalarımızı dinliyordu.

Selma’nın bana karşı ilgisi hep vardı. Ben de boş değildim ona karşı; ama kendi sıkıntılarımdan kız ile ilgilenememiştim, onu da bu düzensiz, zor yaşamımın içine sokmak istememiştim aslında.

Hasan Abi'nin yanından, hayal kırıklığı ile ayrılmıştım. Üzüldüğüm, istediğim gibi bir ev seçeneği sunmaması değildi.  Sanki başından atmak gibi bir tavrı vardı, onda umduğum yakınlığı bulamamıştım.

Çalıştığım inşaatta yatıp kalktım bir süre ama iş tamamlanıp şantiye kalkınca yine sokaktaydım, yine işsizdim. Parklar, köprü altları, kaldırımlar yurt olmuştu bana artık...

Tüm şehir, yağmurlu ve kasvetli bir sabaha uyanıyordu yavaş yavaş. Çöp torbam sırtımda, çöp konteynerini karıştırmak için karşı caddeye geçmek istemiştim ki, tam o sırada lacivert bir araba, ıslak yolda direksiyon hakimiyetini kaybedip beni altına almıştı. Bu kaza sonucunda sağ bacağımı kaybetmiştim. Akciğerlerim ise kötü durumdaydı. Hem ruhen hem de bedenen acılar içinde kıvranıyordum, tümden hayatım kararmıştı.  

Hastanede sağaltım gördüğüm sürece ziyaretçilerim, destekçilerim, sokakları paylaştığım dostlarım, arkadaşlarım olmuştu.

Çoğu insanın zaman zaman tinerci, alkolik, şarapçı, hapçı diye korkup kaçtığı, toplumdan soyutladığı, hor görüp aşağıladığı, evsizler, kimsesizler, köprü altı çocukları var ya! İşte onlar, tüm kötülüklere, çekmişliklerine ve onca dertlerine karşın, o koca yüreklerini açmış, dost ellerini, bana uzatmışlardı...

Köprü altında yaşarken birbirimize tutunarak ayakta kaldığımız, yaralarımızı beraber sardığımız kardeşten öte üç canım, hastane çıkışında beni, yeni buldukları yere getirmişlerdi. Burası terkedilmiş, çatısının bir kısmı uçmuş, duvar sıvaları ve boyaları dökülmüş, kapı ile pencere doğramaları eğilmiş, bozulmuş, camları kırılmış kırık dökük eski bir yapıydı. Bizden öncekiler içeride ateş yakmış olmalı ki; duvarlarda ve yerlerde kara lekeler bulunuyordu.

İnce bir süngeri, yayları bozulmuş, yer yer paslanmış bir demir somya üzerine koymuşlardı. Rengi solmuş, lekelerin içine işlediği battaniyeyi ise iki kat yapıp arasına beni yatırmışlardı. Başımın altında ise kanaviçe işlemeli, bol lekeli bir kırlent, yastık olarak iş görüyordu. Oda da bir sünger daha vardı ama onun üzerinde hiçbir şey yoktu. İkisi o süngerin üstüne, diğeri ise gazete kağıdının üstüne oturmuştu. Çöpten topladıkları biraz yenilebilir yiyecekler ile karnımızı doyurmaya çalışmıştık...

Dur artık yeter yağdığın be yağmur! Hiç mi düşünmüyorsun evsiz, yurtsuz, yuvasız canları! Kaldırımları kendine yurt yapanları, köprü altında kalanları, yoksulları...

Elbette güzelsiniz; aşklı yürüyüşlere eşlik ettiğiniz o incecik yağışlarınızı da bilirim. Toprakları yeşerttiğiniz, doğaya can verdiğiniz, umut olduğunuz, barajlara doluştuğunuz o bereketli hallerinizi  unutur muyum hiç…

Ama gene de aşırı yağıştan, selden, gökten şarıl şarıl akan, can yakan halinizi de hiç istemiyorum. Acımasız olmayın; sizden aman dilemesin, bıkmasın insanlar.

O koyu, karanlık bulutlar bu dileklerimi, isteklerimi duyarlar mı acaba? Yağmurlara  karar kantarını sunarlar mı?!

Bunları düşündüm de kendimi dingin, düş varsılı bir uykuya bıraktım…

 

14.11.2025

İlknur Solmaz ÇOBAN /Akçay

YorumlarBu habere hiç yorum yapılmamış     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

6 + 1 = ?