- Anasayfa
- Sibel Atam
“18 Mart Çanakkale Zaferi” Denildiğinde Ne Anlıyoruz?
Bu özel gün için aslında geçen hafta bir yazı yazmayı planlamıştım ancak İstanbul CNR Expo Kitap Fuarı sebebiyle okurlarımla bir araya gelmek için Martı Yayınları standında bulunduğumdan, bir türlü fırsat bulamadığım için öncelikle özür dileyerek başlamak istiyorum. Fuarın nasıl geçtiğini sizlerle bir başka yazımda paylaşacağım,çünkü 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin önceliği olduğu şüphesiz.
Bir milletin kaderini değiştiren ve dünyada gerçekleştirilen en önemli savaşlardan biri olan Çanakkale Zaferi birçok açıdan büyük bir öneme sahiptir. Sadece Türk ulusunun kaderini değil; tüm dünyanın dengelerini değiştiren bir savaş olmuştur. Çanakkale Boğazı’nda deniz savaşlarıyla başlayıp Gelibolu Yarımadası’nda kara muharebeleriyle devam eden bu çarpışmalar sırasında kahramanlık destanları yazılmış, milletimiz tarihi boyunca gurur duyacağı büyük bir zafere imza atmıştır. Tarihteki örneklerinin aksine, savunma amaçlı ordunun şahlanarak ve büyük bir milli mücadele örneği göstererek vatanını kurtardığı bir muzafferiyettir. Türk’ün gücünü, imkânsız denilen zamanlarda bile tek yürek, tek bilek olabildiğini vevatanına sahip çıkmak için kadın-çocuk fark etmeksizin canını hiç düşünmeden feda edebildiğini tüm dünyaya kanıtladığı zaferdir. Kurtuluş savaşına büyük katkısı olan bu zaferde Başkomutan Mustafa Kemal’in rolü, zekâsı ve başarısı hiçbir surette tartışılamaz. Başarıları ve kazandığı zaferler sayesinde halk ona inanmış, güvenmiş ve destek olarak Kurtuluş savaşını amacına ulaştırmıştır.
Bu, topyekûn bir mücadele olmuştur. Daha bıyığı terlememiş çocukların ayaklarında adam gibi çarıkları, üstlerinde doğru dürüst kıyafetleri bile olmadan bir yandan da açlıkla ve soğuklamücadele ederek saf tutmaları, canlarını bu vatan uğruna hiçe saymaları, Başkomutan Mustafa Kemal’in emrettiği gibi cephelere “ölmeye” gitmeleri ile kazanıldı bu vatan. Koca Seyit’in, “Ulu ve yüce Allah’tan başka hiçbir güç kuvvet yoktur ki…” diye başlayan duaları eşliğinde aşk ile feryat edip, göğüs ve omuz kemiklerinden çatırdamalar duyulduğu halde 257 kiloluk mermileri sırtlayıp basamakları üç kez inip çıkarak topun ağzına sürmesiyle ve en nihayet İngiliz zırhlı gemisine çok ağır hasar vermesiyle kazanıldı bu vatan.
Bu nasıl bir kararlılıktır? Bu nasıl bir fedakârlıktır? Bu nasıl bir birlik olma bilincidir? Peki, bu nasıl bir inanç ve maneviyat gerektirir? Düşündüğümde aklım almıyor. Bu topraklarda attığım her adımda ayağımın altındaki kanla sulanmış, kahramanların ebedi istirahat yeri olmuş bu gül kokulu topraklara derin bir saygı ve sevgi duyuyorum. Şehitlerimizden biriyle tanışmak, konuşmak, yaşadıklarını bizzat kendi ağzından duymak isterdim. Gelecek nesillere sömürge altında olmayanbir cennet vatan,bağımsız ve yaşanılası bir yuva bırakabilmek uğruna çoğu isimsizkahramanın hayatlarında nelerden vazgeçtiklerini tek tek dinlemek isterdim. İnanın bana, yaşayamadılar. Bu hayatta belki de hiçbir şey yaşayamadan göçüp gittiler… Bizim için. Bunu bir düşünmenizi istiyorum. Hem de tam, “Şu hayatta hiç … yaşamadım,” “Hayatta hiç gün yüzü görmedim,” “Keşke hayatımda bir kerecik olsun … tadabilseydim,” dediğiniz anda. Düşünün. Hep beraber düşünelim.
Cephedeki askerlerimizin karavana listesini hatırlıyoruz, öyle değil mi? İhtiyacımız olmadığı halde sırf çok beğendik diye yeni bir çift ayakkabıya tonla para verirken, canımız istedi diye lüks restoranlarda sipariş verirken, modayı takip etmek uğruna her yıl gardırop değiştirirken, egzotik adalara tatile giderken, lüks aracımızı ve cep telefonumuzu her sene yeni modeliyle değiştirirken, oy verirken, mahkemede hakkımızı ararken, sokakta özgürce yürürken, hatta içten kahkahalar atarken bile tüm bunları yapabilme lüksüne şehitlerimiz sayesinde sahip olduğumuzu da bir kere daha hatırlayalım, olur mu.
Ezine ilçesine bağlı Geyikli beldesinden Halil Helvacı: “27. alayda Arıburnu cephesinde 9 ay çarpıştım. Bir seferinde 3 gün hiç durmadan süngü harbi yaptık. Koskoca alaydan 7 kişi kalmıştık. Sonra bize 10 er daha verdiler. Beni de çavuş yaptılar. Bir gün düşmana Arıburnu’ndaki mevziden ateş ediyoruz. Tetiği çekiyorum, tüfek patlamıyor. Yanımdaki arkadaşa,‘Tüfek bozuldu galiba,’ dedim. Arkadaş kontrol ettikten sonra yüzüme acı acı bakarak,‘Tüfek bozuk değil, senin tetiği çeken parmağın kopmuş,’ deyince acısını o zaman duydum.”
Sevgiyle kalın...
SİBEL ATAM
Yazar & Çevirmen & Editör