- Anasayfa
- Ayşegül Akay
MİNİ MİNİ BİR MİNİMALİST YAŞAM
Kötü beslenme bedenini çöplüğe çevirdi. Ya kalbine girenler, ya ruhunu esir alanlar? Duydukların, içine attıkların, konuştukların, sustukların? Aldıkların? Üst üste yığdıkların? Ne olacak bunlar
Giymediğin halde gardırobundaki biriktirdiğin kıyafetler… Buzdolabında, kilerinde pazardan, marketten aldığın onca yiyecek… Ya evin içi? Tıka basa dolu eşyalardan geçilmiyor; nefes alınmıyor. Oksijen; biblolardan, aksesuarlardan, odaların her yanını sarmış, elektronik eşyalara takılmaktan evin içinde rahatça dolaşamıyor. Ev işinin bitmemesi çok kadının şikâyetidir. Buna rağmen almaktan vazgeçmiyoruz. Aldığımız, sahip olduğumuz eşyalarla kendimizi değerli hissediyoruz. Ev eşyası demek, bana hizmet et demek. Enerjimizi, zamanımızı eşyaların temizliği ve bakımına harcıyoruz, farkın damıyız? Erkeklerin kullandığı bir söz var ”Salonda bizim koltuklar benden daha çok rahat ediyor, ilgi görüyor” derler. Hiç düşündün mü? Hepsi sana yük… Hafiflemen gerek, yüklerinden kurtulman gerek.
”Sakla samanı, gelir zamanı” sözünü işiterek yetişmiş bir toplumuz. Belki de bilinçaltıma yerleşmiş bu düşünceden kaynaklı otuzlu, kırklı yaşlarda ne severdim çarşı pazarı, alışveriş yapmayı. Başka bir şehre mi gittik, ne görsem almak isterdim. Biri beni durdursun, ne mümkün. Alma isteği kuşatmış olmalı beni… Şimdilerdeyse umurumda değil alışveriş yapmak. Pazar yeri, alışveriş merkezleri gibi kalabalık ortamlar artık çok yorucu. Gitsem bile bir an önce ne alacaksam alır, işimi bitirip kaçmayı yeğlerim. Çoğu insan her hafta düzenli olarak pazara gider. ”Sonra lâzım olur, alayım dursun bir kenarda” düşüncesiyle hesapta olmayanları da koyar çantasına. Sokrates ile ilgili bir hikâye anlatılır: Pazar yerinde mallarla dolu bir tezgâhın önünde öylece durmuş ve sonunda avazı çıktığı kadar bağırmış, ”İhtiyacım olmayan ne kadar çok şey varmış.” Her alışverişte alınan gerekli olmayan onca ıvır zıvır birikir durur evin dört bir yanında hem de kullanılmadığı halde. Biriktirmek kıtlık bilincinden doğarmış, korkarmış kişi ”bitecek” diye. Oysa evdeki fazlalıklarından kurtulduğunda bolluk bilincine ulaşır kıtlıkla cebelleşen. Sokrates yerden göğe kadar haklıydı. Pazarda satılan pek çok şeye ihtiyacımız yok.
Çokça alışveriş yapma alışkanlığının yanı sıra yemek yeme bozukluğu duygusal boşluk, değersizlik duygusuyla birlikte ötekilerle rekabet hissinden kaynaklanıyor. Kendimizi ne kadar değerli hisseder, yaşamımızdan mutlu geri dönüşler aldığımızda o boşluklar doluyor. Değerli hissetmenin yollarından biri de modern çağda tüketimden vazgeçip anlama yönelmek. Alman filozof Friedrich Hegel “Sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik anlayışıdır” der minimalist yaşam için. Minimalizmi günlük hayatımıza indirmek, olabildiğince minimum yaşam standardını kabul etmek demektir. Kapitalizmin tuzaklarına düşmemek, ihtiyacınız olmayan ürünleri reklam, indirim ve kampanyalara kanarak satın almamak, satın almadan önce, ürün ya da hizmete gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını düşünmek, parasal anlamda sizi rahatlatacaktır, evde ki ilişkiler de yoluna girecektir. Eğer mümkünse ikinci el satın alın, çevrenizden daha uygun satın alabilir misiniz araştırın. Satın alırken ani karar vermeyin, 10 saniye düşünün.
Önceliğim nedir? Paramı nereye nasıl harcamalıyım? Çocuklarımın eğitimi ve temel gereksinimleri, benim özel ihtiyaçlarım, gelişimim için olmazsa olmazlarım, geleceğe yönelik çalışmalarım gibi. Uzun yıllar önce sade yaşam anlamına gelen minimalizmle tanıştığımda uyumlanmak zor olmadı. Benimsedim ve tam bana göreydi sade yaşam. Evimde fazlalıklarımdan kurtulmaya başladıkça örneğin birikmiş eşyalarımı ihtiyaç sahiplerine vererek ya da hediye ederek rahatlıyorum. Pazardan, marketten kısa zamanda gerekli olan ihtiyaçlarımı alıyorum. Minimalist olmak demek, hiçbir şeye sahip olmamak değil, gerekenlere sahip olmaktır. Mesele, mutluluğa satın aldığımız ürünlerle ulaşacağımıza inanma anlayışından vazgeçmek. Paranın, nesnelerin önemini ve gücünü bilmek, ancak bunun sizi kontrol altına alarak mutsuz etmesine izin vermemektir. Beni mutlu eden sosyal etkinlikler, gelişmem ve mutlu olmam için ilişkilerime verdiğim diyet.
Minimalist yaşamda sadece nesneler değildir önlemini almamız gereken. Nedir, peki? İlişkide bulunduklarımız, onlarla görüşmelerimizi de gözden geçirmemiz şart. Hayallerimizin gerçekleşmesinde varlığımıza değer katanlarla daha az fakat özde çok, yaşam biçimi seçebiliriz. ”Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” boşuna değildir atalardan kalan söz. Ne zaman ki bilgisi, görgüsü, iyiliği çok insanlarla daha çok görüşmeye başladım; nerede mutsuz, negatif, kıskanç, bencil insan varsa hepsinden kurtuldum. Size yük olan enerjinizi düşüren, zamanınızı harcayan vampirlerden uzak durmadıkça olduğumuz yerde badanaj yapıp duruyoruz ancak ilerleme kaydedemiyoruz.
Sohbet edeceğim diye üç beş saat arkadaşınızla vakit geçirmişsinizdir ya da sosyal medyada yazıştınız. Sonunda düşünürsünüz, ”Bu görüşme bana ne kattı?” İçimdeki ses, ”boşluk” olduğunu hiçbir anlam ifade etmediğini” söylüyor. Boşuna zamanınızı harcadığınızdan üzülmüşsünüzdür, siz de muhakkak yaşamışsınızdır. Bu duruma günümüzde ”toksik ilişki” de deniyor. Son zamanlarda hepimizin sıklıkla karşılaştığı ”toksik ilişki” kavramıyla anlatılan ilişkiler zehir gibidir; ruh halimizi daha olumlu bir yere taşımak yerine bizi aşağıya çeker. Toksik ilişkileri; sevgili, arkadaşlık, iş, aile ilişkisi gibi birçok farklı bağlamda değerlendirebiliriz. Toksik bir ilişkideyken karşımızdaki kişi tarafından desteklenmediğimizi, anlaşılmadığımızı, ihmal edildiğimizi veya değersizleştirildiğimizi hissedebiliriz. Bize acı veren bu tabloyla yüzleştiğimizde bedenimize yaptığımız dedoksu ilişkilerimize de uygulayabiliriz. Bizi üzen, kıran, önemsemeyen bir birliktelikte orada kalmanın verdiği zararı anlayabilseydik kendimize bu kötülüğü asla yapmazdık. Yaşadığımız ilişkide duygusal, psikolojik, hatta fiziksel olarak güvende hissetmiyorsak toksik bir ilişki içerisinde olduğunuzu anlamak kolay. Düşünüyorum da beni önemsemeyen insanlara düşüncelerimde verdiğim zamanı, kaybettiğim enerjiyi kendi gelişimime harcasaydım bugün hayallerimin üstünde bir yaşamım olurdu. Yine de geç değil. Farkındalığımla kendimin en üst modeli için elimden geleni yapma gücüme inanıyorum çünkü yapabileceğimi biliyorum. Her insan kişilik özellikleriyle yaşam amacına göre temel prensipleriyle kendi minimalist yaşamını belirleyebilir, çevresindeki insanları elekten geçirip çıkardıklarını kendisine anlam katanlarla doldurabilir. Minimalist yaşamı benimseyen kişi öğrendikçe, pratik yaptıkça fazlalıklarının farkına varır, vardıkça sadeleşmeye başlar.
Tutunuyoruz; acı hatıralara, olumsuz duygulara, yavan aşklara, eşyalara, insanlara… Mutsuzluktan besleniyoruz, başarısızlıktan, olumsuz deneyimlerden olsa gerek ki hayatımıza da onları çekiyoruz. Bırakıvermiyoruz geçmişi. Bırakamadığımız için kötüyü, acıyı; maalesef yeniler, güzellikler, başarılar için de yer açılmıyor hayatımızda. Tüm cesaretimizi toplayıp urgan ipiyle bağlı bizi engelleyen olguların hepsini birden en keskin kılıçla kesip kurtulsak keşke.
Az da olsa insanlar minimalist yaşamı keşfettiler. Azalmaktır aslı, azın çok olduğu yer. Azalmak, darma duman olmuş insanı kendine getirir, zaman kazandırır. Seçim yaparken de seçeneklerin az olması kafa karışıklığını giderir. Kolaylaşır yaşam, alanlar, seçenekler azaldıkça. Sağlıklı olalım diye yediklerimize nasıl diyet uyguluyorsak aklımızdan geçen yüzlerce duygu, görüntü saçma sapan her düşünceye de zihin diyeti uygulamakla ne kadar kârlı iş yaptığımızı anlayacağız.
Eeee ne boşuna dememiş atalarımız, ”Azıcık aşım, ağrısız başım.”
AYŞEGÜL AKAY
YAZAR