Namaz Vakitleri
Görüntülenen Şehir:   Loading
Puan Durumu Loading
Gazeteler
  • Akşam Gazetesi
  • Bir Gün Gazetesi
  • Bugün Gazetesi
  • Cumhuriyet Gazetesi
  • Dünya Gazetesi
  • Fanatik Gazetesi
  • Fotomaç Gazetesi
  • Güneş Gazetesi
  • Haber Türk Gazetesi
  • Hürriyet Gazetesi
  • Millî Gazete
  • Milliyet Gazetesi
  • Posta Gazetesi
  • Radikal Gazetesi
  • Sabah Gazetesi
  • Sözcü Gazetesi
  • Star Gazetesi
  • Takvim Gazetesi
  • Taraf Gazetesi
  • Türkiye Gazetesi
  • Vatan Gazetesi
  • Yeni Akit Gazetesi
  • Yeni Asta Gazetesi
  • Yeni Şafak Gazetesi
  • Zaman Gazetesi

YOL

Bu haber 1282 kere okunmuş. 31/12/2020

Şu hayatta sen de herkes gibi kendine bir amaç edindin, değil mi? Sen de haklısın. Amaçsız yaşam olmaz ki. Ne de olsa, hayat yolumuzda hepimizin bir amacı var. Bu herhangi bir şeyi gerçekleştirmek, üretmek, icat etmek veya bir yere varmak, bir makama yükselmek olabilir. Bunu yapabilmek için kafanda bir yol haritası belirlemen gerektiğini de bilirsin, çünkü “Nasıl” sorusunun önemi karşısında önceden belirlenmiş bir yol izlemediğin takdirde amacına ulaşmak ya çok zor ya da imkânsızdır, öyle değil mi?

Zaten yaşadıklarından hiçbir şey öğrenmediysen bile bu dünyadaki ilk yıllarında hayatın sana öğrettiği en önemli ders bu olur.

Tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi: “…yürüme sayesinde mekânlarımızı oluşturur ve bütün dünyaya uyum sağlarız. Bu, yinelemenin –yani sürekli olarak bir ayağı diğerinin önüne atmanın- gerçekte kişinin anlam ifade edecek bir gelişim göstermesini sağladığının canlı bir örneğidir…”

Yürümeyi öğrendiğimizden beri sürekli olarak bir şeyleri “gerçekleştirme” peşinde koşup duruyoruz. Bizi bunu yapmaya ilk olarak toplum, daha açık bir ifadeyle; çekirdek ailemiz itti ve böylece eğitimimiz başladı. Gerek okulda öğretmenlerimiz, gerekse evde ebeveynlerimiz tarafından önümüze hedefler konuldu. Hedeflerimize nasıl ulaşabileceğimiz konusunda yol gösterici olundu. Yeterince çabalamadığımızı ya da işten kaytardığımızı düşündüklerinde ise arkamızdan itekleyip durdular; öğütler yağdırdılar; cezalar kestiler, ama en nihayetinde bize istediğimizi elde etmenin yolunun amaçlarımız doğrultusunda çalışmak ve mücadele etmek olduğunu öğrettiler.

Hedeflerimize, tıpkı bize öğretildiği gibi, yürümeyi yeni öğrenen bir bebek misali bir ayağımızı diğerinin önüne atmayı sürdürerek yürüyoruz, ancak bir yerlerde yanılıyoruz. Hem de çok yanılıyoruz. Hatta birçok kez tökezleyip düşmemize rağmen yaşadığımızdan ders almadan aynı hatayı tekrarlıyoruz. Gerçekte öyle olmadığını pekâlâ bildiğimiz halde, her seferinde kendimizi kandırmaya devam ediyor ve “YOLU DÜZ SANIYORUZ.” Hem de bıkmadan, usanmadan… İyi de; insanoğlu akıllı bir varlık değil miydi? Deneyimlediklerinden ders alan ve öğrendiklerini uygulayan zeki bir canlı türü değil miydi? Bunu hayvanlar bile yapabiliyorken; insanoğlunu hayvanlardan ayıran özellikleri gerçekte nelerdi? Muhakeme yapabilmek, mantığını kullanabilmek. Sadece o anlık değil; ileriye dönük planlar kurabilmek. Tüm bu yetenekler ve daha sayabileceğimiz birçokları hayvandan daha zeki bir varlığa işaret ediyor. Fakat gelin görün ki buna rağmen yolumuzu şaşırıyoruz. Yoo, hemen yanlış anlamayın; bizi kandıran beynimiz değil. Hayır, suçlu o değil. Suçlu; sağduyudan yoksun oluşumuz. Suçlu; Empati yoksunluğumuz. Suçlu; Adamsendeciliğimiz. Suçlu; Düşünme tembeli oluşumuz. Suçlu; Kolaycılığımız ve üşengeçliğimiz. Suçlu; Kendimizden başka herkesi küçümseyişimiz.

Saymaya kalksak bu liste uzayıp gidebilir ve kişilik bozukluklarımızın her bir teline tek tek dokunabilir. Kişilik bozukluğu mu dedim ben? Ah, doğrusu, tıp dilindeki adı “Borderline” olan ve sağlıksız düşünme, işleyiş ve davranış tarzına sahip olunan bir tür zihinsel bozukluktan bahsettiğim düşünülsün istemem. Ben daha ziyade toplumsal ilişkilerimizde ve içsel yolculuğumuzda ayağımıza takılan taşlardan bahsediyorum. Hani şu düşüp canımızın acımasına neden olan sivri kenarlı taşlardan. Bildiniz, değil mi onları? Onlar yüzünden kimseyi hak ettiği gibi takdir etmiyoruz, ama kendimiz uygun şekilde takdir görmediğimizden yakınıyoruz. Tam tersi de geçerli. Bazı kişilere hak ettiklerinden fazla değer verip sonra da aynı derecede değer görmemekten yakınıyoruz.

Sanırım bu konuyu biraz daha açmak gerekiyor. Bir otobandan bahsetmediğimiz sürece hiçbir yolun, özellikle de hayat yolunun düz olmadığını söyleyebiliriz. Dönemeçleri olan bu yol aynı zamanda türlü tuzaklarla, engebelerle, tümseklerle, çukurlarla da dolu. Yol bazen toz toprak içinde bırakır seyyahı, bazen kum doldurur ensesine, bazen de çamur içinde bırakır her yanını. Yakar kavurur ayaklarını, irinler akar yarılmış parmak aralarından; Oysaki seyyah hiç şikâyet etmez bundan. Razıdır başına geleceklere daha ilk baştan. Hazırlamıştır kendini bu zorlu yolculuğun getireceklerine. Yolda haydutlar onu soyup elinde olan üç-beş değersiz eşyayı da alıp gittiğinde, sabreder başına gelene. Gözlerini gayri ihtiyari yere hüsranla diktiği an yüzünde hafif, bilgece bir gülümseme belirir sessizce. Bilir o sınandığını. Sınandığını ve o andan itibaren yapacağı ilk şeyin kaderini belirleyeceğini. Ya kalmayı seçmelidir bu sınavdan ya da geçmeyi. Geçmek için ise ne yapacağını bilmeli. Ya güdeceksin bu deveyi, ya gideceksin bu diyardan… Yok başka çaresi. Deve zorlayacak belki seni, bezdirecek canından, ama sen yine de bırakmayacaksın peşini. Bir daha deneyeceksin, sonra bir daha, ta ki başarıncaya dek. Hangi yüzyılda, hangi coğrafyada, hangi mevsimde ve kültürde olursan ol; amacına ulaşmak tam da bu minvalde bir mücadeleyi gerektirir. Bu kural değişmez.

“O halde neden ileriye yönelik planlarını yürünecek yolun düz olacağı varsayımı üzerine kuruyorsun? Senin istikametin düz olsa bile hayatın akışı hiçbir zaman düz olmadı ki…”

Başardıklarını bir düşün. Bulunduğun mevkie kolay mı geldin? Ya o hayranı olduğun futbolcu… Kaç yıllık çalışmanın, kararlılığın ve mücadelenin sonunda kazanmayı başardı senin hayranlığını? Acaba sonu hüsranla biten kaç denemenin ardından başardı o şutu atmayı. Ya o çok sevdiğin ressam, besteci, şair? Acaba kaç moral bozucu denemenin ardından yaptı o resmi, besteledi o şarkıyı, yazdı o şiiri. Onların ve daha birçoklarının başarılarını düşün. Düz müydü yolları? Kuş uçumu mesafeyi mi göze almışlardı yoksa sarp kayalıklarla, sık ormanlarla dolu vahşi tabiata meydan okurcasına yollarına devam etmeyi mi?

Deniz durgun veya azgın dalgalarla dolu olduğunda tedirgin oluruz, hafif dalgalı bir suda ise kendimizi iyi hisseder, keyif alırız. Bu hafif salınım, içimizde her şeyin yolunda olduğu izlenimi uyandırır. Çünkü biliriz ki durgunluk da bir tür tehdittir; fırtına öncesi bir sessizlik olabilir pekâlâ. Fırtına koptuğunda içimizdeki tehlike çanları çalmaya başlar. Vücudumuz da ruhumuz da gelecek tehlikeye karşı teyakkuza geçer, içinde bulunduğu duruma tepki verir. Hayatın kendisi böyleyken, amaçlarına kolaylıkla ulaşacağı veya planlarının aksamadan işleyeceği yanılgısına neden kapılıp durur insan? Bunun hem fıtratına hem de üzerinde yaşadığın dünyaya ne kadar ters olduğunu görmez mi?

Hayat dediğin zaman zaman durgun, zaman zaman çılgın dev dalgaların kıyıları yırttığı, zaman zaman da tatlı bir meltemle keyifle salındığı koca bir okyanus. Sen de o okyanustaki ceviz kabuğu… Öyle hesap et.

Sahi, sen nereye gidiyorsun?

SİBEL ATAM

YAZAR VE ÇEVİRMEN

YorumlarBu habere hiç yorum yapılmamış     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

3 + 9 = ?