HALKÇI BELEDİYELERDE HALKÇI DAYANIŞMA
“Komşu komşunun
külüne muhtaçtır.”
bilinen bir atasözüdür.
Yan yana ve de birlikte
yaşanılacaksa bir yerde,
başka bir yolu da yoktur.
Komşu komşuya mecburdur.
Bu ünlü, güzel atasözüyle;
dar ve de sıkışık zamanlarda,
eksik olanın tamamlanmasında,
bulunmayanın karşılanmasında,
sıkıntı ve zorlukların aşılmasında,
bir arada-birlikte ve dayanışmayla,
yan yana, omuz omuza durmanın;
güç birliği ve de iş birliği yapmanın
gereği, zorunluluğu anlatılmakta.
İşte dava, buradan yararlı dersler
çıkarmak ve çıkarılan sonuçları,
hem toplumsal, hem de siyasal
yaşama taşımakta, aktarmakta.
Toplumsal yaşamla siyaset,
iç içe ve de ayrılmaz durumda.
Toplumsal yaşam, siyaseti etkilerken;
siyasetse toplumsal yaşamı belirlemekte.
Ekonomiden sağlığa, eğitime ve kültüre,
toplumsal yaşamı şekillendirmekte.
Bugüne ve geleceğe yön vermekte.
İşte buradaki can alıcı nokta ise
”hangi siyaset” ile?
Biri iktidar, diğeri muhalefet elbet.
Ülkede 18 yıldır aynı iktidar varken;
muhalefetteki de “halkçı siyaset.”
Bunun çeşitli sebepleri var elbet.
Ama en başta geleninden biri de,
halkçı “dayanışmacı” siyaset.
Nasıl yani?
Dünyada popülist sağ siyaset
gücünü, sermaye ile birlikte
“inanç” ve de “milliyetçilik”
istismarından almaktayken;
halkçı-toplumcu siyaset ise;
toplumsal dayanışmacılıktan;
toplumla “dayanışma”dan...
Bir de “iç dayanışması” vardır;
işte o olamazsa, havasını alır!
Öyle kritik zamanlar yaşanır ki;
ülkenin içindeki o ağır durumun,
halkçı siyasete ihtiyacı olduğu ölçüde;
halkçı siyaset de kendi çerisindeki
dayanışmaya öyle ihtiyaç duyar.
Halkçılık, geldiği yerel yönetimde,
dayanışmacı yönetim anlayışı ile
halkla, toplumla ve yurttaşlarla
güçlü bir dayanışma ortaya koyar.
Bunu ilkelerinden aldığı güçle,
yaşamın her alanına yayar.
Çünkü halkçı siyaset, halk için,
halkla birlikte, halk yararına
emek ve çaba harcar.
İçinde bulunduğumuz koşullarda,
ülkemizin birliğini, bütünlüğünü;
Cumhuriyetimizi ve demokrasiyi;
insan temel hak ve özgürlüklerini;
iç barışı, huzuru, insanca yaşamı,
adaleti, hakkı ve hukuku hakim
kılabilmek için güzel ülkemizde;
halkçı siyasete yani halkçılığa,
çok büyük ve önemli görevler,
sorumluklar düştüğü açıktır.
Bu görev ve sorumluluğun
başarısı, halkçılığın gereği
olan “iç dayanışmaya” bağlıdır.
Bir sonrası, halka dayanışmadır.
Halkçı siyaset özellikle yerelde,
bütünü görememe, dar bakma,
bütünü parçalara feda etme gibi;
daraltıcı, anlık çıkar hesapları ile
davranıp, ötekileştiren, dışlayıcı,
yaklaşımlarda da bulunmaz.
Yerelde herkes, birbirileriyle
her an yüz-göz olduğundan,
değerler, kolayca aşınmakta.
Kişilerin var olan yetenekleri,
yeterlilikleri ve nitelikleri
kolayca yaralar almakta.
Böyle durumlarda ortalığı,
“siyaset esnaflığı” sarmakta.
Giderek “toplum yararı” yerini,
dar, çıkar hesapları almakta.
Çıkarlar kolayca çatışmakta.
Tahribatlara yol açmakta.
Dayanışma içinde toplum
yararına davranmak yerine
“amansız rekabete” tutuşup,
neredeyse kıran kırana
vuruş(ul)makta!
Kimileri de kendi kişisel
iktidarlarını yaratma peşinde
ha bire boğuşup durmakta!
Israrla tahripkar davranmakta.
Yozlaşma, çürüme başlamakta.
En kötüsü de bu durumlarda
kaliteye rağbet olamamakta;
çapsızlık her tarafı sarmakta,
arslan kediye boğdurulmakta!
Bütün bunların karşısında,
yerel yönetimlerdeki halkçı
yönetimlerden beklenen,
gereken “iç dayanışma”dır.
Bunun da sağlanmasında,
nasıl ki komşu komşunun
külüne de bile muhtaçsa;
halkçı da halkçının mutlaka
“dayanışmasına” muhtaçtır.
Bu, elbet kaçınılmazdır.
Ancak görünen o ki;
gereken irade vardır.
YAVUZ CEMİL YAVUZ