Namaz Vakitleri
Görüntülenen Şehir:   Loading
Puan Durumu Loading
Gazeteler
  • Akşam Gazetesi
  • Bir Gün Gazetesi
  • Bugün Gazetesi
  • Cumhuriyet Gazetesi
  • Dünya Gazetesi
  • Fanatik Gazetesi
  • Fotomaç Gazetesi
  • Güneş Gazetesi
  • Haber Türk Gazetesi
  • Hürriyet Gazetesi
  • Millî Gazete
  • Milliyet Gazetesi
  • Posta Gazetesi
  • Radikal Gazetesi
  • Sabah Gazetesi
  • Sözcü Gazetesi
  • Star Gazetesi
  • Takvim Gazetesi
  • Taraf Gazetesi
  • Türkiye Gazetesi
  • Vatan Gazetesi
  • Yeni Akit Gazetesi
  • Yeni Asta Gazetesi
  • Yeni Şafak Gazetesi
  • Zaman Gazetesi

ATIKSU ARITIMI

Bu haber 777 kere okunmuş. 27/01/2020

Değerli dostlar, Edremit Körfezi’ndeki kirletici faktörleri, yakın geçmişe kısaca göz atarak incelemeye başlayalım. Konuya bugünden bakıldığında, kamuoyu tarafından en çok dile getirilen husus, arıtma tesislerinin durumudur. Yaz aylarında sıklıkla dile getirilen ama kış aylarında rafa kaldırılma alışkanlığına maruz kalan bu sorun, hemen dün oluşmadı şüphesiz. Konuya, son 50 yıllık bir perspektifte bakmak daha uygun olacak.

 

Tekrara düşmeden söylersek, Edremit Körfezi’nin açık denizle çok sınırlı bir bağlantısı olması nedeniyle “hassas su alanı” olduğu saptamasını, bilim insanları net bir şekilde ifade ediyorlar. Bu husus, bilimsel bir gerçek. Pek çok üniversitemizin, değişik amaçlarla yapmış olduğu araştırmalar, bunu doğruluyor. Bu araştırmalara, internet ortamından ulaşmak artık çok mümkün. Ancak, sözkonusu araştırmaların ve onlara ulaşılabilirliğin bu kadar fazla olmadığı dönemler de vardı ülkemizde. Bilgi birikimini yoğunlaştıran merkezi kurumların planlama yapması, o dönemlerde çok daha önemliydi. Bu husus ne yazık ki başarılamadı. Üstelik o yıllarda, yerel yönetim birimleri de küçük parçalardan oluşuyordu. Bu küçük parçalı yapı, aslında Türkiye’nin idari teşkilatının belirlendiği yıllara ait bazı tercihlerden kaynaklanıyor. Edremit Körfezi’ndeki yerleşim birimleri oluşturulurken, Kazdağı’nın güney yamacındaki pek çok kırsal birime, sahil kesiminden de bir miktar arazi verilmek suretiyle yönetsel sınırlar belirlenmişti. Zeytinli, Narlı, Altınoluk, Güre ve diğerlerinde, hep bu idari alan oluşturma tercihinin etkileri görülür. Sonuçta, Körfez’in güzelim kıyılarının yaz turizmi açısından fark edilip de yoğun bir çekim merkezi haline geldiği yıllarda, bu köylerin sahil kesimlerindeki zeytinlikler hızlıca kesilip yazlık konutlar çoğalmaya başladı ve nüfusu 2.000’i aşan her kırsal yerleşim birimi de bir anda belde oluverdi.

 

Elbette her küçük beldenin bir belediyesi, onun da bütçesi, varlıkları ve personeli olacaktı. Ancak bu belediyelerin, Körfez bütünselliği içerisinde konuya bakacak donanımda yeterli personel istihdam etmeleri çok zordu. Gereken alt yapı yatırımlarını gerçekleştirme güçleri de, ne yazık ki bulunmuyordu. Oysa, imar kararları işte bu küçük belediyelerce alındı ve yazlık konutların sayısı da hızla arttı. Buna plansızlık, vizyonsuzluk dönemi demekte sakınca görmüyorum. Bu dönemde yetersiz alt yapı, çevre sakinlerini rahatsız edecek boyutlara gelene kadar, yerel yönetimler tarafından pek de önemsenmedi. Kordon yapmak, plaj düzenlemek daha önemliydi o yıllarda. Alt yapı konusunda bir kamuoyu talebi ve tepkisi de sergilenmedi zaten. Öyle ya, ilk insan topluluklarından bu yana, insan kaynaklı tüm kirleticileri “su alıp götürüyordu” nasıl olsa.. Halbuki denizin de bir kabullenme kapasitesi vardı ve yıllar içerisinde nüfus yoğunlaştıkça, sorunlar da hissedilir hale geldiler. Tabii o vakit çözümler üretildi yerel yönetimlerce. Ancak bu çözümler kaçınılmaz olarak, yine küçük belde ve ilçelerin veya yerel birliklerinin çözümleriydi. Sınırlı kapasite, sınırlı maddi olanaklar ve sınırlı personel ile yapıldı bu yatırımlar. Diğer belde ve ilçelerle koordinasyon sağlanamadan gerçekleştirildi.  Haliyle, bütünsellik de taşımadı. Sınırlı kaynaklar nedeniyle rasyonel çalıştırılamadıkları da oldu, parasızlık nedeniyle çalışmadıkları da.. Dolayısıyla, ihtiyaçlar bir miktar giderildi ama yukarıda sözü edilen bilimsel gerçeklere pek de uygun olamadı yatırımlar.

 

“Sadece yerel yönetimler mi kabahatli peki?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette ki hayır. Tarihsel süreçte işte tam da bu noktada, yani 1970’li yıllar yaşanırken, Körfez’in geleceğinin ve stratejik planlarının oluşturulmasında, yerel yönetimlerin yalnız  bırakılmamaları gerekiyordu. Göç olgusunun bunca yoğun olduğu, zeytin kesip konut imalinin olanca hızla arttığı bir dönemde, talebi sınırlamak veya engellemek söz konusu olamayacağına göre, yapabilecek tek şey bu süreci rasyonel yönetmek olabilirdi. Merkezi yönetimin, yerellere çoğu kez yardımcı, gerektiğinde de müdahil olması, ama mutlaka da konunun içinde kalması gerekiyordu. Oysa, o zamanlar Türkiye çok farklı bir ortamı yaşıyordu. Siyasal ve ekonomik sorunların boğduğu merkezi yönetimler, bir idari teşkilat reformu yapmayı beceremediler ve duruma da müdahil olamadılar. Yazlık konut imali, giderek çarpık kentleşme boyutlarına ulaştı. Günün ihtiyaçları zorladıkça, yerel yönetimler marifetiyle örneğin sıvı atık arıtma tesisleri inşa edildi. Ancak, bu imalatlar Körfezin yapısal gerçeklerine de, bilimsel gereklere de, yasal düzenlemelerde belirlenen kriterlere de oldukça uzak kaldılar. Bu dönemin realitesi, yerel yönetimlerin sorun çözmek yerine biriktirmeyi tercih ettikleri bir sürece yol açtı. Kalıcı çözüm ertelendikçe de, yerellerin kendi başlarına işin içinden çıkamayacakları bir seviyeye ulaştı.

 

2000’li yılların başında da, Körfez kirliliği ve arıtmalar konusunda, bütünsel bir çözüm için nitelikli çalışmalar yapılamadı ne yazık ki. Mesela 27.06.2009 tarihli Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği Hassas ve Az Hassas Su Alanları Tebliği’ndeki “Ek1 C Hassas Koy, Körfez ve Kıyılar Tablosu”nda, Ayvalık’tan Altınoluk’a kadar verilen koordinatlar arasındaki Edremit Körfezi açıkça “Hassas Bölge” olarak belirlenmişti. Ancak merkezi yönetim, bu belirlemeye rağmen, yerel yönetimlerin dikkatini bu hususa yoğunlaştıramadı, koordinasyonu sağlayamadı. Diğer yandan, 08.01.2006 tarihli Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği’nde ise açıkça “Az hassas su alanlarında çevrenin olumsuz yönde etkilenmemesi durumunda birincil arıtma, hassas su alanlarında ise ileri arıtma yönteminin kullanılması esastır” deniliyordu. Yine bu açık tanımlama ve hükümlere rağmen, o tarihten bu yana Körfez’de inşa edilen arıtma tesislerinin tamamı, tıpkı eskileri gibi sadece “biyolojik arıtma” özelliği taşımaktadır. Biyolojik arıtma denilen proses ise, özünde insan kaynaklı çıktıların bakterilere yedirilmesi suretiyle yapılan bir ön arıtmadır. Bu tesislerin, “ileri arıtma” ile alakası yoktur. İleri arıtma tesisleri, çeşitli proseslerden geçirilen her türlü atıkların arıtılmasından sonra ortaya çıkan sıvılarla,  park ve bahçelerin sulanmasının bile mümkün olacağı bir sistemdir. Merkezi yönetim, mevcut tesislerin kabiliyetlerini arttırmak, yükseltmek yönünde bir adım da atmamıştır o yıllarda.

 

Ancak 2014’de Balıkesir’in “Büyükşehir Yasası” kapsamına alınması ve ilçe sınırlarının bu çerçevede yeniden belirlenmesi, beklenen idari reform adımını birebir karşılamasa bile olumlu olmuştur. Konuların, sorunların ve çözümlerinin, il bazında ve daha nitelikli personel eliyle gündeme alınmasıyla, biriken dertlerin de giderilmesi beklentisi, bu gelişmeyle birlikte arttı şüphesiz. İlçe belediyelerinin sınırlı imkanları yerine, daha güçlü ve il düzeyinde bir kurumsal yapının işleri planlaması, kaynak bulması, merkezi yönetimle her anlamda koordinasyonu sağlaması düşüncesi, bu beklentilerin artmasında belirleyici oldu. Körfez’in temiz kalması için yeterli sayıda ve kapasitede arıtma tesisleri gerekiyordu. Ancak, arıtma konusu tek başına BASKİ’nin yönettikleriyle sınırlı değildi. Pek çok site, otel ve motelin özel arıtmaları sözkonusu ve tümünü kapsayacak ortak bir yönetim anlayış gerekiyordu. Önümüzdeki hafta, bu beklentilerin ne kadar karşılanabildiği hususuna bakalım dilerseniz.

YorumlarBu habere hiç yorum yapılmamış     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

7 + 2 = ?