- Anasayfa
- Fatma Zehra Köseley
ANAMIN KÖŞE LAFLARI

Bilgelik öyle okuyup yazma ile de olmuyor. NeÅŸet ErtaÅŸ büyük bir bilgedir benim gözümde ve gönlümde.Anadolu yiÄŸitlerinin yoksulluÄŸunu, varsıllığını ve aÅŸkını kim anlatabilir NeÅŸet ErtaÅŸ gibi, kim ? Hani denir ya, "köÅŸe lafları" diye, iÅŸte onlardan söyler, sazına avazını katarak. Leylasından ayrılırken, yüreÄŸi yanarken, bir başına kalmışlığın acısını dile getirir.
Yazımı kışa çevirdin,karlar yaÄŸdı baÅŸa Leyla'm.
Karlar yağdı başa Leyla'm,viran oldu evim yurdum.
Ne söylesem boÅŸa Leyla'm.. Ne söylesem boÅŸa Leyla'm.
Rahmetli babam, yazın terasımızda sazıyla çalıp söylerken, bizler iyi bir dinleyici olarak, babamı hayranlıkla izlerdik. O güzelim sesiyle, evimizin televizyonsuz günlerinde Martlı mahallemizin güzel komÅŸuları, babamdan isteklerle türküleri haykırırlardı. Yaz günlerinin en güzel konserleri bizim terasta olurdu.
- Hayati bey , bizim efe türkülerinden de söyle emi.. Anılar kış gününde dolanıyorlar. Gözlerimin önünden bir bir geçiyor gidenlerimiz. Aşık Veysel geliyor aklıma, "benim sadık yarim kara topraktır" diyen bir baÅŸka Anadolu bilgesi. Türk kültürüne ve onu yaÅŸatanlara, yaratanlara saygı ile, dua ile,minnet ile anıyorum.
*********************
Hava soÄŸuk, fırtına düdük öttürüyor camlara, çatılara, kapılara.
Kaz DaÄŸları beyaza büründü. Zeytinliye kar bir türlü yaÄŸamıyor. Kar görmeye Hanlar'a gidiyor konu komÅŸu.
Sobanın üstünde kaynayan çay mis gibi kokuyor, içmek için sabırsızlanıyorum.
Açıyorum bilgisayarımı,anamın köÅŸe laflarından birini sayfama yazıyorum.
Ayaklı Gaste: "Uyanmayanın vay halına, kış günü razı olur nalına"
*********************
Sayfamdaki yazımı okuyan adaşım;
- Dur Fatma Zehra'ya bir telefon açıp bu konuda azıcık söyleÅŸeyim demiÅŸ.
"Annenin sözlerini ara sıra yazıyorsun ya, vallahi düÅŸünüp kalıyorum. Yahu ben bunları daha önce böylesine öz bir ÅŸekilde duymadım."
Kısa bir hoÅŸbeÅŸten sonra, havadan sudan, kardan, fırtınadan söz ettik. Kaz DaÄŸları karlara büründü ama Zeytinlide kar yok.Kar taneleri daha uçuÅŸurken kayboluyor. Binalardan kar bile yaÄŸamıyor memlekete. Fırtına çatılara meydan okuyor.
Adaşıma dedim ki;
- Senin ev kaloriferli, benim ev sobalı, hadi kar - kış deme atla gel, sobada kestane kavuralım.
- Bugün olmaz ama haftaya belki dedi. AnlaÅŸtık. Anacığımdan bir sözle telefonu kapattım.
- "Güvenme dayına, ekmek al yanına."
Anacığım, kimseye güven kalmadı gari. İnsan ÅŸaşıp kalıyor, ahvalimiz, durumumuz budur.
*********************
Bir gün iki minik arsamı satmak için annemle konuÅŸuyordum.Satmamı istemiyordu. Senden aÅŸ ekmek istemiyor. ElleÅŸme dursun. Toprak satılmaz. Toprak üremez. Toprak büyümez. Ama seni doyurur.
Anacığımla; Türkiye ve dünyada olanı biteni onunla konuÅŸurken bazen beni çok ÅŸaşırtırdı. Sanki diplomat gibi anlatırdı. Sanırsın ki, kitaptan bir sayfa okuyor. Muzırca gülümsediÄŸimde, sen gül bakalım, ben göremem ya, yarın öbürgün elinizdeki bir karış toprağınızın kadrini bilmedik diye hayıflanırsınız. Rahmetli dedeniz gibi. Sat sat nereye kadar!..
Belli ki,dedemin arazilerini satmasını içine sindirememiÅŸti. Bana da o yüzden karşı çıkıyordu.
Gülerek anlatırdı bazen;
"Ne anlar arabacı Ahmet, topraktan, tarladan, ekmeğini kazanır yabandan"
Dedem Ahmet Öksüm'ün 1940 lı yılların başında yolcu taşıyan arabası vardır. Balıkesir / Balya, Balıkesir /Edremit ve Ayvalık'a yolcu taşımaktadır. Toprakla uÄŸraÅŸmak ona göre deÄŸildir. Erdek'te aldığı zeytinliÄŸini iÅŸleyemez. Bir süre kiraya verir sonunda onu da satar ve anneannemle küsüÅŸürler.Anneannem babasından kalan arzilerini satmaz. Annem sorar bir gün; neden satmıyosun annem.
İnadımdan der!. Arabacıya verilecek param yok benim. Tamir, lastik, ÅŸoför ve muavin parası derken onlar da giderse, güvencem gider, diye yanıtlar.
Anacığım, Araplara sattığımız toprakların büyüklüÄŸünü bileydi, bu günleri göreydi, hücceten giderdi. Bence iyi ki görmedi.
Ah benim, çakır gözlü anacığım, aslında,senin o köÅŸe laflarını oturup kitap yazar gibi yazmalı. Aleme ibret, kulaÄŸa küpe olsun diye.
UyuÅŸuk insandan hiç hoÅŸlanmayan annemin,meÅŸhur sözlerinden biridir. ÇocukluÄŸumuzda, çalışın, okuyun derken ara sıra bizi güldürdü. Bu akÅŸam niye "be be" yapmadınız. Hadi bakayım. Dersler çalışılacak.
Devletin başındakileri eleÅŸtirirken söylediÄŸi o güzelim deyiÅŸini buraya not edeyim de, torun - tombak da okusun.
"Uyanmayanın vay halına !.
Kış gününde razı olur Nalına."
Åžöyle bir düÅŸündüÄŸümde, ne sözmüÅŸ be diye hayrete düÅŸüyorum. İki cümle ile anlatılanların enginliÄŸine aklı ÅŸaşıyor insanın.Uyu uyu yat uyu diyen bir alfabe ile yıllarca uyutulmuÅŸ bir milletin evlatlarıyız biz.DüÅŸünmemiz, sorgulamamız istenmiyor.Uyuya uyuya tosuncuklar gibi büyüdük. Büyüklerimize soru bile soramadık çoÄŸu zaman. Büyükler bizim yerimize, düÅŸünüp söylüyor.
Felsefe dersi şimdilerde okutuluyor mu? Bir bilene sorsak mı? Felsefe dersi neden okutulmuyor?
Nedenini sorduÄŸunda azarlanmayacağından emin bile deÄŸilsin. Mesela, emekli bir eÄŸitim uzmanı olarak,Milli EÄŸitim Bakanımıza sorabilir miyim? Neden diye!.Alacağım yanıtı aÅŸağı yukarı tahmin edebiliyorum. Artık soru sormaya bile yacanır olduk. EÄŸitim notumuz ile dünya üniversiteler sıralamasında en sona gelip oturmuÅŸuz. CumhurbaÅŸkanımız bile bu durumdan yakınıyor. E biz napalım o zaman? Kime gidip ÅŸikayetçi olalım. Köylerimizdeki o güzelim okullar viraneye dönmekte. Her geçen gün o binaların yavaÅŸ yavaÅŸ tükeniÅŸini görmek insan olarak, eÄŸitimci olarak içimi acıtıyor. İlkokul bebelerini yakındaki kasaba okuluna taşıyoruz epeydir. Rahmetli Bülent Ecevit'in köy çocuklarına ve köylümüze yaptığı en büyük haksızlıktır bence. Devlet adamı olarak dürüstlüÄŸünü buraya yazmaz isem, Bülent Ecevit'e haksızlık etmiÅŸ olurum.Neden böyle yapıldığına dair hala daha doÄŸru bir açıklama yapılamadı. Köy öÄŸretmenliÄŸi yaptığım için, öÄŸretmenin köydeki deÄŸerini ve önemini çok iyi bilenlerdenim. Köylü en sıkışık ve çaresiz olduÄŸunda sizin kapınızı çalar. Yol gösterici olmanızı ister. ÖÄŸretmen köyde bir ışıktır onlar için. Aydınlığını yitirmeyi hiç istemedikleri bir ışık.
Åžimdilerde ışıksız kalan köylerimizin çocuklarını sabah - akÅŸam ışığa taşıyoruz.Işığa gidenlerin umudu artsın. Yurdumun çocukları aydınlansın.
Taşımalı eÄŸitimde en hızlı arabayı bizimkisiler kullanıyordur. Zavallı köy çocukları, evinden okuluna gitmek için her gün haldır - huldur araçlarla gidip geliyorlar.İyi ki ÅŸimdilerde köy okulunda okuyan bir öÄŸrenci deÄŸilim.
Muazzez Türüng söylerdi bir zamanlar. MuhteÅŸem bir türkümüzdür.Ezgisiyle insanın içine hüzünle neÅŸeyi birlikte hissettirir.
Mektebin bacaları, ders verir hocaları.
Köy mekteplerinin bacalarında baykuÅŸ bile ötmüyor artık.
Burhaniye köyü olan Kuyucak Köyü ilkokulunu gidip gördüÄŸümde gözyaÅŸlarımı tutamadım. Nasıl güzel bir yapı. Issızlığın en tepesinde, çocuk seslerinden yoksun, mahsun ama dimdik duruyor. Yazı tahtası duvarda asılı. Fen - Bilgisi dolabı yerde, içindekiler kayıp.
Türkiye fiziki ve siyasi haritaları, dünya haritaları tozlanmış, rulo halinde yan yana uykudalar. Köyde oturan 4 hane kalmıştı o zaman. Åžimdilerde köylünün elinde toprağı kaldı mı ki? Ferdi Tayfur'un o meÅŸhur ÅŸarkısını zenginler çok iyi uyguluyorlar. Elin zengini geliyor, bastırıyor parayı, arazisi elinden gidiyor köylümün.
Ferdi Tayfur, yıllar önce söylemiÅŸti.
"Hadi gel köyümüze geri dönelim.
Fadimenin düÄŸününde halay çekelim."
Halay çekecek köylü kalmamış ki, anca "İkili Güvende" oynanır gari.
Köyde düÄŸünü yapılacak Fadmemiz de yok.
Kuyucak köyünde yaÅŸlılar çoÄŸunlukta. Gençler iÅŸ bulma umuduyla artık köyde deÄŸiller.
*********************
Havran Sarnıç köyü de arazileri satılanlardan biri.
Körfezimizin köylerinde araziler, zeytinlikler kapış kapış gidiyor dedi komÅŸum.
Zamanında bizler almadık da iyi halt ettik diye yakındı geçen gün.
Havran barajının dibindeki Sarnıç köyü muhteÅŸem bir manzara ile insanın keyifle oturacağı yerlerden biri. Burada da gençler köyü terk etmiÅŸler. Kalanlar orta yaÅŸ ve yaÅŸlılar. Tipik bir köy meydanını kocaman çınar aÄŸacı ÅŸenlendiriyor. Yazın altında oturmanın tadını küçücük kahvenin demli çayı ile çıkarıyorsun. Köyleri dolaÅŸtıkça, kentlerin o beton kabusunu unutuyor insan. Köyün yaÅŸlıları ile sohbetin en koyusunu yaparken, tarihin derinliÄŸinden Seyit Onbaşı çıkıp geliyor. Öyküler, anılar ve yaÅŸananların dinlenmesinin tadına doyulmuyor.
*********************
Havran Küçükdere köyü söz konusu oluyor. Çıkarılan altın madeninin sıkıntılarınından söz edilirken, aklıma gelen bir kısa öyküyü yazayım. YaÅŸanan bu olay içimde buruk bir anı olarak durur. Küçükdere köyünden Ethem DülgeroÄŸlu bey anlatmıştı.
Çanakkale Savaşı için Jandarma Karalar köyüne asker çağırmaya gelir. O sırada kocası daÄŸda çıra kesen bir köylümüze haber salınır. Askere gideceksin diye. Delikanlı gelir, eÅŸi ve evladıyla vedalaşır. Çanakkale geçilmez dedirten YiÄŸit Efe Åžehit olur. Uzun yıllar sonra, Åžehidimizin eÅŸi artık çok ihtiyarlamıştır. OÄŸluna seslenir. Elinde, çıralar vardır. Sandığında yıllardır sakladığı çıraları okÅŸar gibi oÄŸluna verir. Bunlar babanın kestiÄŸi, yeleÄŸinin cebindeki çıralar. Ben ölünce, suyumu ısıtırken, kazanın ateÅŸini bu çıralarla tutuÅŸturun, vasiyetimdir.
FATMA ZEHRA KÖSELEY