Namaz Vakitleri
Görüntülenen Şehir:   Loading
Puan Durumu Loading
Gazeteler
  • Akşam Gazetesi
  • Bir Gün Gazetesi
  • Bugün Gazetesi
  • Cumhuriyet Gazetesi
  • Dünya Gazetesi
  • Fanatik Gazetesi
  • Fotomaç Gazetesi
  • Güneş Gazetesi
  • Haber Türk Gazetesi
  • Hürriyet Gazetesi
  • Millî Gazete
  • Milliyet Gazetesi
  • Posta Gazetesi
  • Radikal Gazetesi
  • Sabah Gazetesi
  • Sözcü Gazetesi
  • Star Gazetesi
  • Takvim Gazetesi
  • Taraf Gazetesi
  • Türkiye Gazetesi
  • Vatan Gazetesi
  • Yeni Akit Gazetesi
  • Yeni Asta Gazetesi
  • Yeni Şafak Gazetesi
  • Zaman Gazetesi

“Küresel Karar ve Sivil Denetim”

Bu haber 552 kere okunmuş. 12/10/2021

 

Değerli dostlar, 2015’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilen ve 22 Nisan 2016’da ülkemiz adına da imzalanmış olan Paris Anlaşması’nın parlamento onayı da nihayet yapıldı. Aradan 5,5 sene geçti, artık bu anlaşmanın hedefleri bile aşındı ama 06.10.2021 tarihinde 7335 sayılı Kanun’la prosedür tamamlanmış oldu sonunda. Kanun, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Durum BM’e iletildi, onlar da 197 üye ülke arasında 192’nci sıradan anlaşmaya resmen “taraf” olmamızı memnuniyetle karşıladıklarını belirttiler. “Neden bunca geciktik ve gecikmenin ülkemize, gezegenimize zararları neler oldu?” sorusu elbette kamuoyu tarafından tartışılıyor. Zira bu iklim değişiminin çarpıcı sonuçlarını ülkemizde yıllardır ve doğrudan yaşıyoruz. O nedenle, yazılı ve görsel medyada da çokça dile getirilen bu anlaşma onayı konusuna, kamuoyu genel olarak olumlu baktı ve bunun bir ilerleme olduğunu düşündü.

Daha yakından bakalım şimdi bu duruma. Öncelikle, 01-12 Kasım tarihleri arasında, bu kez İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılacak olan COP26 toplantısına, Türkiye’nin “anlaşmaya taraf ülke” sıfatıyla katılması bir itibar meselesiydi. Gezegenimizde iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında alınacak önlemler ile atılacak adımların belirlenmesinde, kendi hedeflerini açıklayacak olması da önemi şüphesiz. Ayrıca beş yılda bir, bu hedeflerin gerçekleşmesiyle ilgili durumunu açıklama yükümlülüğü olacak. Fakat tüm ülkelerin uyacağı bir kontrol mekanizması ve taraf olan ülkelerden taahhütlerini yerine getirmeyenlere yaptırımlar uygulanması henüz kararlaştırılmış da değil. Diğer yandan, gelişmiş ülkelerin bu adaptasyon sürecinde finansman zorluğu çekecek bazı ülkelere yardımcı olmaları da söz konusu. Bir fon oluşturulacak. Atmosfere serbestçe emisyon salımı artık mümkün olmayacak ise, şimdiye kadar buna sebep olan ve atmosferi kirleterek sera etkisi oluşturmakta başı çeken Çin, ABD, AB, Rusya gibi gelişmiş ülkelerin, hem salımı azaltma ve hem de bazı ülkelere yardımcı olma yükümlülükleri olmak zorunda. Özetle, eşitsiz ekonomik gelişmenin bir çeşit bedelini ödemek durumundalar.

Ülkemiz halen karbon emisyonu üreten ülkeler arasında 16. sırada. Ancak bunun dünyadaki oranı % 1 mertebesinde. Belki az ama önemsenmeyecek anlamına da gelmiyor bu oran. Öte yandan Türkiye G20 ülkeleri arasında yer alıyor. Ancak anlaşma imzalandığında Türkiye’nin görüşü, alacağı önlemler ve koyacağı hedefler için “yardım veren” ülkeler listesinde değerlendirilmesinin hatalı olduğu yönündeydi. Bu nedenle onay sürecini geciktirdi ve aksine destek alması gerektiği savundu. Şimdi COP26’da ne olacağını göreceğiz. Fakat ülkemizin önce 2050 yılına kadarki hedeflerini yeniden şekillendirecek ulusal katkı belgesini beyan etmesi, sonra da hazırlanan “yardım alan-veren” ülke listelerine itirazını gerekçelendirmesi gerekecek bu toplantıda. O tarihe kadar, atmosferi kirleten termik santrallerini kapatması, bunların yerine yeşil enerji kaynaklarına yönelmesi beklenecek. Bunun anlamı sadece kömürden vazgeçip, güneş ve rüzgar gibi doğal kaynaklara dönmesi de değil elbette. Fosil yakıtlı araçların dönüştürülmesinden, karbonu emen ormanların yanmasını engellemeye kadar bir dizi taahhütte bulunması söz konusu. Elbette daha sonra da bu taahhütler takip edilecek. Dönüşüm için kaynağı yetersiz olan ülkelere verilecek yardımların yerinde ve doğru amaçlar için kullanılması da izlenecek. Tıpkı bunlar kadar önemli bir başka husus ise, bu değişim için gereken bazı yeni teknolojilere sahip gelişmiş ülkelerin, bu avantajlarını başka ülkelere karşı yeni bir kazanç alanı şeklinde kullanıp, istismar etmemeleri olacak. Ayrıca Glasgow öncesi, anlaşmaya katılmayan beş ülke kaldı: Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen. Bunların dördü iç savaş ve karışıklıklarla uğraşıyor, birisi de kendisine uygulanan haksız bir ambargoyla dünyadan yalıtlanmış olmasını protesto ediyor. Şartlar değiştikçe, karbon emisyonu ve iklim değişikliği konusunda bu ülkeler de anlaşmanın tarafı olacaklardır elbette. Dünya, bu konuda bir bütün olarak hareket etmeyi becermek zorunda. Hem küresel anlamda ve hem de tek tek ülkelerde, vatandaşlar ve sivil toplum kadar, seçilen iktidarlar, atanan yöneticiler ve bütün siyasetçiler, artık bu anlaşmanın bile yetmeyeceğini, çok daha kararlı tedbirler alınması gerektiğini görmek zorundalar. Tedbir kadar, denetleme, gerektiğinde de yaptırım konuları ele alınmak zorunda. İşte, yaklaşan COP26 toplantısında tüm bunların belirlenmesi, hayati bir önem taşıyor.

Dostlar, şimdi de bir başka gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (BMİHK)'nin 08.10.2021 tarihli oturumunda, temiz çevrenin insan hakkı olduğuna dair bir tasarı kabul edildi. BMİHK, insan hakları ile ilgili sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumları için bir forum görevini görüyor ve BM’ üye ülkeler tarafından seçilen 47 ülke temsilcisinden oluşuyor. Bu seferki oturumda kabul edilen tasarıyla "temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevrenin insan hakkı olduğuna" karar verilmiş bulunuluyor. Buna medya fazlaca yer vermedi ama çok önemli bir gelişme olduğunu vurgulamak isterim. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri bu vesileyle bir açıklama yaparak "Karar insanları, gezegenimizi, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu ve yediğimiz yemeği koruma anlamına gelmektedir. Çevre koruma eylemleri ve insan hakları savunması arasındaki yanlış ayrımın ötesine geçebilmek için, kazanılan bu ivmeyi geliştirmeliyiz. Her iki hedefe birbirinden bağımsız şekilde ulaşılamayacağı apaçık ortadadır" dedi. Kararın alınmasındaki asıl amaç ise, COP26’da benzeri bir yaklaşımın teşvik edilmesiydi şüphesiz. Şimdi artık, çok net bir şekilde tüm ülkeler anlamak zorundalar ki, sistematik ve vahim çevre tahribatları, bireyler veya sivil toplum kuruluşları tarafından BMİHK’ne şikayet edilebilecektir. Bu karar çok yerinde bir gelişme olmuştur. Bir nehri veya denizi sistematik olarak kirleten, katı atıklarını ısrarla okyanuslara döken veya yakan, umursamazca sıvı atık arıtmalarını yapmayan ülkeler, artık bin kere daha fazla düşünmek zorunda kalacaklar bu karardan sonra.

Gezegenimizdeki herkesin gerçekçi olması gerekiyor. Küresel ısınmaya karşı, hiçbir ülke veya şirketin “ben güçlüyüm kirletirim” demeye hakkı yok artık. Bütün ülkeler bir arada ve dayanışma içinde, gereken yaptırımları da kullanmak suretiyle, iklim konusundaki bu olumsuz sürecin önüne geçmek zorundalar. Yukarıda değindiğim BMİHK kararı da yol gösterici bir kılavuz olacaktır. Bu anlamda, ülkemiz biraz daha şanslı belki. Zira bizim Anayasamızın 56. maddesi açık bir ifadeyle “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” demiş yıllar öncesinden. Bu hükmün bütün ülkelerde olması bekleniyor şimdi. Elbette bu hakları ifade eden yasaların veya uluslararası anlaşmaların da,  sadece yazılmalarına değil uygulamaya alınmalarına bakacağız. Uygulamayanlara uluslararası denetim ve yaptırımlar belirlemek de işte bu nedenle gerekli. Ancak, bu denetim mekanizmaları kuruluncaya kadar iş başa düşüyor dostlar. Uygulamaları geciktiren, savsaklayan liderlere ve siyasetçilere karşı, hem bireyler ve hem de sivil toplum olarak, gereken itirazı ve denetimleri hepimiz kendi ülkemizde ısrarla yapmalıyız ki, lafla yetinilmesin artık. Önlemler gevşemesin. Bizlere de görev düşüyor dostlar. Gezegenimize sahip çıkalım.

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

YorumlarBu habere hiç yorum yapılmamış     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

5 + 2 = ?